"Futbolun 22 adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, Hamlet'in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur." J. B. Priestley, The Good Companions, 1928

12 Ocak 2011 Çarşamba

Eskilerden, Benden, ASY'den



Fotoğraftan başlayayım. Arka sıra: Erol.. Ön sıra soldan sağa: Mahmoud Almbaideen, Sercan, Mohammad Bani Mostafa, ben...

2009 yılı. Aylardan şubat. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi'nde 5. sınıf öğrencisiyim o zamanlar. Gülhaneli Aslanlar'ın da 2 liderinden biriyim. O sene Uefa finali Kadıköy'de oynanacak diye Avrupa maçlarına özel ilgimiz var İstanbul'a kaçmak için. Çok kez gizliden kaçıp gittik Sami Yen'e. Bordeaux rövanş maçı var. Yine coştuk, gidelim dedik. Maçtan sonraki gün sabah staj bitirme sözlüsü var. Maça 1 hafta kala, maçlara çok giden 5 kişi toplandık. Bir şekilde gitmeliydik bu maça. Kadıköy'e giden yolda takımla olmalıydık. Karar verildi. Ertesi gün beşimiz izin almaya gittik maç için. Şehir dışına, hele hafta içi, izin almak zordu, ama nasıl ağız yaptıysak kopardık izni. Maçtan birkaç gece önce oturup ne yapalım diye konuştuk, plan-program yapıldı. Birimizde araba vardı ve 5 kişi benzin ve bilet parasını topladık. Önemli olan 5 kişinin toplam masrafını yakalamaktı. Kim ne kadar verdi şu an bile hatırlamayız. Sonra iki kişi gece AnkaMall'da biletix kuyruğunda sabahladı ve biletleri alıp sabah dersine yetiştiler. Her şey hazırdı. Gidiyorduk.

Maç günü sabah hazırlıklar tamamlandı. Öğleden sonra hastalık bahanesiyle dersleri ekip çıktık yola. Değişmeli dinlenerek sürdük arabayı. Stada ulaştığımızda maça 1 saat kalmıştı. Hava çok soğuk. Hem ıslandık hem rüzgar var. Ama eski açığa girince her şey unutuluyor işte. Kimsenin aklında ne okul, ne ceza, ne sınav var.

Maç başlıyor. İlk 3'lü bitmeden gol yiyoruz. Olsun. Susmaya gelmedik Ankara'dan. Yenilsek de biz burdayız. Devam bağırmaya. 1-1 oluyor Arda ile. Sonra omuz omuzaya başlıyoruz, bu sefer o bitmeden Kewell vuruyor uzaklardan. İnsanlar gol diye zıplamaya başlıyor. Niye seviniyolar diyorum bir an, çünkü o top bence gol olamaz, top yan ağlarda diyorum. Sonra bakıyorum bizim oyuncular yumak olmuş, bizimkiler de üstüste. O golü dünya gözüyle gördüm ya diyorum, ölsem gam yemem. Neyse... Devreyi 2-1 önde kapatınca ve soğuktan üşümemek için beşimiz tezahürat yapıyoruz. Maksat zıplamak, ısınmak. Arkamızdaki grupla kaynaşma falan oluyor, muhabbet vs. İyiyiz gayet. İkinci yarı bizden uzak kaleye hücum ediyoruz. Önce 3-1 oluyor, yine Arda. 3-2 olunca bizi de bir telaş alıyor oyuncular gibi. 3-3 olunca iş başa düşüyor. Uyandırmalıyız takımı. Tur gidiyor. Maçtan önce "Kadıköy'e metrobüsle geleceğiz." derken ve 3-1 öne geçmişken bu olmamalı. Korner oluyor son dakikada. Lincoln kesiyor, defans uzaklaştırıyor. Top Sabri'nin önünde kaldığında benim sırtımda 5 kişi var çığlık atan, zor taşıyorum. Sabri tam topa vurduğunda dayanamayıp öne düşüyorum. İnsanların gol sesini duyunca hep beraber yerde seviniyoruz, çamurun içinde. Ben ağlıyorum hüngür hüngür. Etraftakiler çocuk ezildi açılın diyor. Sevinçten ağladığımı ifade edebiliyorum zorla... Maç bitiyor.

Çıkışta bizim için bir klişe olan Mecidiyeköy McDonald's ta yiyoruz yemeği. Kimsede ses kalmamış. Dönüşte yine arabayı nöbetleşe süreceğiz. Uykumuzun gelmemesi lazım. Yollar hem kamyon dolu, hem karlı. Yine marşlarla dönüyoruz. ipod'un şarjı bitince arabayı kaplayan sessizlik bizi zorluyor. Sırayla uykuya dalıyoruz. Daha doğrusu arkadaki 3 kişi, sanki kaza yapınca sadece öndekiler ölürmüş gibi direkt uyuyorlar. Benim de içim geçiyor bir ara. Gözümü bir an açıyorum ve arabayı süren arkadaşımın (Sercan)uyuduğunu fark edince hemen uyandırıyorum onu. İnip soğukta yürüyoruz biraz. O korkuyla da sabah gün doğmadan okula varıyoruz zaten. Hayatımız boyunca unutamayacağımız, inanılmaz güzel ve heyecanlı bir macera oluyor bu bizim için…

Önceden çalıştığım ders notlarına hızlıca bir göz atıyorum. Hemen sınava gidiyorum. Sözlüde ses kısık olunca da zor oluyor tabi. Hocalar da beni dağılmış görünce sabahlara kadar ders çalıştığımı sandığından mı yoksa ben soruları bildiğimden mi bilmiyorum, sınavdan geçiriyorlar beni…

Oraya ilk gittiğimde küçücük çocuktum. Aradan yıllar geçti, bazen üzüntüden bazen sevinçten ağladım orada, ama orası benim için hep ev gibiydi. Sınavdan kalırdım, maça gider rahatlardım. Kız arkadaşımdan ayrılırdım, maça gider yalnızlığımdaki dostum tribüne sarılırdım. Annemle kavga ederdim, birinden borç alıp maça giderdim. Şimdi senin yerinde alışveriş merkezlerini görünce de mi ağlayacağız be Sami Yen? Bu sefer senin yokluğuna mı ağlayacağız?

eyvallah

2 yorum:

kısa-üstü dedi ki...

şhimdi yani uurcum bizsde olmasak kimse ilgilenmez bu işlerle yani.ben ne arkadaşlar gördüm.adam doktor satırla adam kovalıyodu zor tuttuk herifi yani :))) maçtan döndüğümüz sabah da dedim şimdi yazıyı okuduktan sonra da diyorum:İYİ Kİ GİTMİŞİZ BE ABİ

seralple dedi ki...

sinan abinin biletlerinden bahsetmemişsin, ayıp etmişsin: "kardeşim ne demek ya!"