"Futbolun 22 adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, Hamlet'in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur." J. B. Priestley, The Good Companions, 1928

8 Eylül 2010 Çarşamba

Defans




Dünyada spora bakış açısı son yıllarda inanılmaz hızlı bir şekilde değişiyor. Bundan yaklaşık 10 sene öncesine kadar spor bir eğlence, insanları olumlu anlamda bir araya getiren bir araç, yenmenin ve yenilmenin son derece doğal olarak içinde bulunduğu ve kabullenildiği bir aktiviteyken şu an milyar dolarların konuşulduğu bir endüstri alanı olarak görüyoruz. Mesela, önceden Galatasaray, Beşiktaş Fenerbahçe taraftarları İnönü'de yanyana veya herkes evinde şifresiz yayında maç izleyebilirken şu an deplasmana taraftar götürmeme tartışılıyor (ki basketbolda artık deplasmana götürülmüyor.) ve yayın ihalesinde 350 milyon dolarlar kazanıyor kuruluşlar.

2000'de Galatasaray'la gelen kupalar ve 2002 DK 3.lüğü ile mental bir devrim yaşadık sanki. Her ne kadar çok daha önceden Göztepe, Galatasaray gibi takımların Avrupa'da elde ettiği başarılarımız da olsa da, bunları mucize olarak değerlendirip sadece tezahüratlara konu edebiliyorduk. Bir anlamda, mesela, Galatasaray N.Xamax'ı eledikten sonraki senelerde Göteborg, B.Munich veya Barcelona ile oynadığı maçlarda yine haddini biliyordu ve beraberliği bizim için mutluluk verici oluyordu. Yurtiçi maçlarında da Anadolu kulüpleri Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ile oynarken futbolu çirkinleştirmek adına çok fazla bir şey yapmayıp, bu takımlara karşı kaybettikleri 3 puanı çok da önemsemiyor, kendi rakiplerini yenme telaşında oluyor ve büyük takım maçlarından sonra, "Avrupa'da başarılar diliyoruz, tebrikler." gibi ifadeleri oluyordu.




2000'den sonra yavaşça gelişen şekilde futbola ülkece verdiğimiz önem de arttı ve o mütevazı kimliklerimizden sıyrılmaya başladık. "Antep Cimbom'a ters, Gençler Fener'e ters" ile başlayan bu durum, küçük takımların büyükleri hem içeride hem dışarıda zorlamasına, bazen yenmesine; ama genelde pis bir şekilde durdurmaya çalışmasına dönüştü. Az önce bahsettiğim ifadeler yerini "Bu hakemler hep 3 büyükleri koruyor, Anadolu'dan şampiyon çıksın istenmiyor." gibi ifadelere ve "Arda'yı, Lincoln'ü, Alex'i, Delgado'yu sakatla, oynatma, vur, kır, şişir, 1 kere git, at, gel." zihniyetine bıraktı.



Hadi bizim ülkemizde yaşananlar böyleyken dünya çapında hemen tüm spor branşlarında oluşan benzer durumun sebebi ne olabilirdi? Brezilya gibi joga bonito diye geçinen takımın son DK'sında Hollanda maçında geri düştükten sonra her türlü pisliği yapması (Kaka gibi bir oyuncu dahil), Hollanda'nın da finalde İspanya'ya karşı oynadığı yine çirkin futbol, Amerika gibi bir basketbol ülkesinin, üstelik tüm oyuncuları NBA'da tamamen şova dayalı oyuna, göze hitaba alışmışken bu şampiyonada savunması ile ön planda kalması (pis demiyorum ve şu ana kadarki maçlarda bu durum onların şov yapmasını engellemiş değil, ancak bu değişecektir kanaatimce), dün akşam Fellaini'nin Arda'nın bileğini kırma girişimi, "önce durdur sonra vur"cu takımların iş yapar hale gelmesinin diğerlerine de model olmasının sebebi nedir acaba?

Hiç yorum yok: